Ne Güzel İstanbul Be!
İstanbul daha dudaklarımdan dökülmeden zihnimden geçince bile dalıp gidiyorum bir müddet. O esnada benim İstanbul'umdan pek çok görüntüler geçiyor gözümün önünden. Dört işleme vurunca hayatimin üçte birini geçirdiğim, ama duygusal olarak ağırlıklı ortalama alınca yarısından bile fazlası. İstanbul'da doğup büyümedim, ikameti İstanbul'a aldırana kadar ziyaretler hep gezi amaçlıydı. Sebep-i yerleşmem öğrencilik oldu. Sonunda, ikamet adresim İstanbul ve İstanbul'da yasayacağım için heyecandan uçuşan ruh halindeydim. Her şey çok büyüleyici; Boğaz, vapur, manzaralar ilk üçümde o zamanlar. Hala da öyle. Hiçbir şey yapmayayım, sadece Kadıköy-Beşiktaş arası vapurdan İstanbul'u izleyeyim ama giriş katında yan tarafta oturmacalı, ayaklarını vapura dayamacalı; mümkünse de bir cay bir simit. Daha ne olsun. Bu bile inanılmaz büyüleyiciyken, iki kıtaya yayılmış bu koca şehirde keşfedecek daha çok şey vardı. Resmen ölüyordum heyecandan. Bazen günlük koşturmacaya, hayat gailesine dalıp etrafıma bakmayı unutsam da kafamı kaldırıp etrafıma baktığım her İstanbul anı, her İstanbul manzarası bana o ilk heyecanı yaşattı her zaman. Gözlerimi kapadım usulca ve iyi ki dedim her seferinde.
Öğrencilikle başlayan İstanbul yıllarım boyunca bir yandan şehri yaşıyor, bir yandan da kendimi ve hayati keşfediyordum. İlk yıllar öğrenciydim, daha sonra is hayatında bir mühendis ve gastronomi tutkunu olarak şehrin tüm lezzet noktalarını keşfeden bir @damaktandimaga. Yıllar boyunca çok şey oldu; nice hayaller kuruldu, nice hayal kırıklıkları yaşandı. Değişmeyen tek şey, kutlamanın da tesellinin de dost meclisiyle çilingir sofralarında olmasıydı. Tokuşturulan kadehlerde; gerçeklesen hayaller için “iste bu" diye atılan kutlama çığlıkları, kurulan hayaller için “olursa ne ala, olmazsa pek ala" deyişleri, ve hayal kırıklıkları için “sağlık olsun" kabullenişleri vardı. Olay mahalli ise çoğunlukla bir İstanbul meyhanesiydi; Cuma-Cumartesi akşamları kesin, bazen ise Pazar öğle rakısı ya da hafta içi bir iş çıkışı.
Kimi İstanbul meyhanelerinin müdavimiydim de, ee malum serde @damaktandimaga'lık var, o zaman mümkün olduğunca fazla semt meyhanesiyle birlikte deneyimlenecekti! Canim dostlarım kararı hep bana bıraktı, nereye dediysem gittik, nice çilingir sofrasında kadehlerimizi tokuşturduk. Beyoğlu, Kadıköy, Beşiktaş, Arnavutköy, Karakoy, Adalar, Sarıyer, İstinye, Kandilli, Moda, Kurtuluş, Çiçek Pasajı, Cihangir, Beylerbeyi, Çengelköy derken bütün meyhanelerini dolaşmışız İstanbul'un, bırakmışız dudak izlerimizi kadehlerde.
Peki ya su an? Su an durum, İstanbul'dan kilometrelerce uzaklık, bir yılı geçkin bir özlem ve meyhanesizlik. Boş duracak değiliz, @yeniraki'ya ve dost meclisine ulaşabildiğimiz müddetçe mesafeler yok oluyor ve çilingir sofraları Rotterdam'dan İstanbul'a, Londra'ya, Berlin'e, Barcelona'ya dünyanın herhangi bir yerine uzanıyor.
Bugün Özlenen Muhabbetler'de Rotterdam'dan karşı yakaya uzanıyorum yani “Londra'ya". Evet, benim için denizin diğer tarafı hala karşı.
Konuklarım 4 yıldır İngiltere'de yaşayan eğitim danışmanı ve tasarımcı Özge ve pazarlama yöneticisi Ufuk, İstanbul'dan göç eden insanlar olarak bugün Özlenen Muhabbetler'de Rotterdam-Londra-İstanbul üçgeni yaratacağız. Ufuk İngiltere öncesi bir donem Avustralya'da da yasadı, arada kıtalar aşıp oraya da uzanacağız.
Sevgili Özge ve Ufuk, hoş geldiniz öncelikle sağlığınıza diyerek kadehimi Rotterdam'dan Londra'ya kaldırıyorum. Ben İstanbul'dan Rotterdam'a taşınalı 1 yıl 3 ay oldu, pandemi sebebiyle de bu süreçte İstanbul'a uzunca bir suredir gidemedim, haliyle özlem yoğun. Siz 4 yıl içinde epey gidip gelmişsinizdir ama yasamak ayrı. İstanbul deyince gözünüzde ne canlanıyor, sizin İstanbul'unuz nasıldı?
Ufuk: Ben, pandemi öncesi tatil dönemleri dışında, is sebepli de İstanbul'a sık sık gidiyordum. Bu açıdan, iki şehirde birden yaşıyor gibiydim. Ama, her turlu özleniyor tabi. Hareketliliği, dostlar, İstanbul mutfak kültürünü özlüyoruz. Burada birkaç Türk restoranı olsa da İstanbul'daki bol seçenekler ve kolay ulaşılabilirlik burada yok ne yazık ki. Ama en çok, arkadaşlarla bir arada muhabbet sofraları gözümde canlanıyor. Konu ne olursa olsun, maç ya da doğum günü ya da herhangi bir mevzu için toplandık mi sofra düzenimiz hep rakı masasıydı. Eğlenme, kutlama ve daha geniş grupla genelde akşam rakısı, fakat mevzu ciddi ise çekirdek ekiple pazar gündüz rakısı.
Özge: Hafta sonu Boğaz'a karşı Türk kahvaltılarını, akşamları arkadaşlarımızla rakı sohbetini, müdavimi olduğumuz meyhaneleri. Aileyle, dostlarla bir arada uzun saatler süren çilingir sofralarını özlüyoruz.
Ah tamamen ayni hisler, en çok “Özlenen o Muhabbetler". Tabi İstanbul'u dünyada kendine has kılan, diğer dünya şehirlerinden ayıran bazı coğrafi özellikleri de var. Ona dair bir özlem yaşıyor musunuz?
Ufuk: Londra çok güzel bir şehir ve nehri olmasına rağmen deniz konusunda eksik kalıyor. Çünkü, biz Özge'yle İzmirliyiz, yani denizle büyümüş insanlarız. O yüzden, şehirde deniz ayrı bir tutkumuz. Deniz yani Boğaz; manzarasıyla, martılarıyla çok özleniyor. Mesela Boğaz kenarında yapılan yürüyüşler.
Özge: Ben de yaz akşamları ya da Eylül ayında Harbiye'de açık hava konserlerini çok özledim. Konser öncesi yine açık havada çok keyifli bir çilingir sofrası, sonra en sevdiğimiz sanatçıların konserleri. Ne yazık ki, burada hava şartları o kadar elverişli değil. Ilık bir hava, keyifli bir çilingir sofrası, ve ardından konser…
Ilık bir hava demişken, benim de İstanbul'a dair gözümün önüne gelen ilk karelerde su anlar yer alıyor. Anadolu yakasında yaşıyordum ve genelde arkadaşlarımla Avrupa yakasında buluşuyorduk. Hep vapurla karşıya geçerdim. Ilık yani ne üşüten, ne yakan ama tatlı bir rüzgârın saclarımı savurduğu aksam üstlerinde dışarıda oturup bir yandan Boğaz'ı seyreder bir yandan az sonraki muhabbete, mezeye, müziğe yaklaşmanın coşkusunu hissederdim hep içimde. Şehirler ve hatta ülkeler değişse de bu duygular hiç değişmiyor sanki, yine bu anları hatırlatacak, canlandıracak rutinler yaratıyor insan yeni adresinde. Bu sure zarfında sizin oluşturduğunuz bir rutin var mi?
Özge: Çevre ve coğrafi özellikler farklı olsa da arkadaşlarımızla burada bir araya geldiğimizde kurulan sofra düzeni kesinlikle çilingir sofrası. Yemek esnasında, Spotify rakı listesi mutlaka açılıyor bir de herkesin kendine oluşturduğu çalma listesi var. Sırayla hepsi dinleniyor. Saatler ilerledikçe pop müziğini açıp deli gibi dans ediyoruz, sanki İstanbul'da bir meyhaneden çıktık dans etmek için başka bir mekana geçmişiz gibi. Evet çok eğleniyoruz, ama o en eğlenceli anda bile duygulanıyorum hala. Bir de her rakı sofrasında mutlaka dinlediğim şarkı Sezen Aksu'dan “Kalbim Ege'de Kaldı". Meze konusunda genel olarak çoğu malzemeye ulaşabiliyoruz ve istediğimiz mezeleri hazırlayabiliyoruz. Sadece, Türkiye'de alıştığımız tatta hakiki bir Ezine peynirini bulmak zor.
Ufuk: Ana yemekten çok, soğuk ve sıcak mezeler bizim soframızda yer alır. Egeli olduğumuz için memleketten alışkanlık. Sofrada deniz mahsulleri mutlaka oluyor özellikle sıcaklarda, karides ya da kalamar olmazsa olmaz. Onun dışında, mutlaka yoğurtlu bir meze, bir de patlıcanlı bir meze rutinimizin bir parçası. Meze ve muhabbeti, bütünleyen müzik tabi ki. Benim iki farklı çalma listem var, birincisi Türkçe pop, ikincisi de Türk Sanat Müziği. Ama saatlerce dinleyebileceğim tek isim “Ferdi Özbeğen". Şunu özellikle belirtmek isterim ki bu “Bir Başkadır" dizisinden çok önce başlamış bir hayranlık.
“Ne varsa her şey hatırımda, sanki daha dünmüş gibi. Ah o günler, o günler" bir şarkıyla, bir mezeyle ya da hafif bir rüzgâr esintisiyle bile o günlere gidiyoruz.
Bayılırım kalamar ve karidese. Kolay geldiği için karidesi daha çok yapıyorum. Kalamarı pek beceremiyorum. Siz nasıl yapıyorsunuz?
Özge: İkisi arasında, karidesi daha çok tercih ediyorum. Sen çok iyi biliyorsun bizim Aydın'da tatlı kırmızı toz biber var. Karidesi tereyağında, tatlı kırmızı toz biberle çeşnilendirerek sote sekline yapıyoruz. Nefis oluyor.
Olmaz mı, tereyağı, bizim oraların toz biberi ve karides. Resmen bandıra bandıra ye, doyamazsın hiç tadına! Peki ya kalamar?
Ufuk: Kalamarı taze alıp ızgara ya da fırında yapıyoruz. Taze olunca uzun suren bir marinasyona da gerek kalmıyor. Deniz mahsullerini fazlaca soslayıp, yağlamak yerine olduğu gibi tüketmeyi seviyoruz.
Londra'da çok kültürlülük kaynaklı, farklı mutfaklara erişim de çok kolay. Orada deneyip, bu da bizim Rakı'yla çok iyi eşleşiyor dediğiniz yemekler var mi?
Ufuk: Asya mutfaklarını çok seviyorum. Tuzlu, biberli Asya usulü kalamar kızartması dışarıdan alıp çilingir sofrasına eklediğim bir ara sıcak. Ayrıca, soğan ve turşu seven bir millet olduğumuz için arpacık soğanı tursusunu da soğuk bir meze olarak rakıya yakıştırıyorum.
Özge: Alışık olduğumuz lezzetlerin uyarlamaları oluyor bazen. Örneğin, humus. Su an Avrupa'da humus çılgınlığı yaşanıyor. Biz Türkiye'de sade humus ya da en fazla pastırmalı humus tüketiyoruz. Burada pek çok çeşidi var, içlerinden en sevdiğimiz pestolu humus. Hem İtalyan, hem Güney Doğu, rakıyla nefis bir eşleşme. Bizim oralara dair, bir tat istediğimizde bazen Lübnan restoranından etli humus sipariş ediyoruz. Bir de, Thai usulü deniz mahsullerini rakı ile tüketmeyi seviyorum.
Çilingir sofranız çok çeşitli, Londra'dan Anadolu'ya, Orta Doğu'ya, Asya'ya kadar uzanıyorsunuz. Çilingir sofrası konuklarınız peki? Yabancı arkadaşlarınıza çilingir sofrası kurdunuz mu?
Ufuk: Hem Avustralya'da hem de İngiltere'de yabancı arkadaşlarımız için rakı sofrası kurduk. Mesela, Avustralya'da bir Türk meyhanesinde darbukalı, dansözlü, bol eğlenceli bir yemek düzenlemiştik. Çok güzel yorumlar aldık sonrasında yabancı arkadaşlarımızdan. Rakı tabi çok kuvvetli bir içki, farklı bir aroması var özellikle ilk kez deneyenler için. Fakat zaman içinde alışan ve çok seven yabancı arkadaşlarım oldu. Hatta, Avustralya'dan tanıştığım Finlandiyalı ve Japon arkadaşlarım İstanbul'u ziyarete geldiler. Yine çilingir sofraları kuruldu, hepsi su anda rakı sever.
Özge: İngiltere'de İtalyan arkadaşlarımız için sofra kurmuştuk. Vegan oldukları için yoğurtlu mezeler hariç, diğer tüm mezelere ve rakıya bayıldılar. İrlandalı bir arkadaşımız denemişti, alkollü içecek kültürüne aşina olması sebebiyle rakıya hızlı uyum sağladı ve ilk seferde iki duble yuvarladı.
İstanbul'a ziyarete gelen ve bizzat işin membağında çilingir sofrasını deneyen arkadaşlarınızın şehre ve mutfağa dair tepkileri nasıldı?
Ufuk: İlk izlenimleri İstanbul'un çok kalabalık olduğu yönündeydi. Ürküyorlardı çünkü insanlar üstlerine geliyormuş gibi hissettiler çünkü günlük hayatta herkes bir yere yetişme telaşında ve yoğun bir trafik var.
**Fransız bir karikatürist İstanbul'u anlatırken kullandığı ifade tam olarak “**they call it chaos; we call it home"
Ufuk: İkincisi ise yemeğin günlük hayatımızda kapladığı alan. Çünkü, bizdeki misafir ağırlama kültürü kahvaltıdan başlayarak durmaksızın bir ikram, şuraya da gidelim bunu da deneyin seklinde. Hem yemek kültürünün zenginliği, hem de yemek yeme şıklığı onları etkilemişti. Bir de Boğaz'a karşı bir meyhaneye gittik. Tabi ki İstanbul'un coğrafi güzelliği, boğaz, deniz çok hoşlarına gitti.
Rakı deyince gözümüzde doğrudan bir boğaz manzarası canlanıyor ya da sizin yaptığınız gibi yabancı bir misafir gelince mutlaka boğaz marazasına karşı bir rakı içmeli diyoruz. Sizin Londra'da rakıyla ne gider be dediğiniz bir manzara var mi?
Özge: Var, iyi ki de var. Tower Bridge. Yürürken, arabayla üzerinden geçerken ya da uzaktan baktığımda da hep çok beğendiğim bir manzara. Ona baktıkça İstanbul Boğazı'nı anımsıyorum.
Ufuk: Ben de, İngiltere'nin güneyinde okyanus manzaralı iskelelerde, mekanlarda sonsuz maviliğe karşı güzel rakı içilir diye düşünüyorum. Bir de, Avustralya'da Sydney Opera House'a karşı.
Özge'nin Tower Bridge'de Boğazı bulması gibi, ben de Rotterdam'ın ikonik simgelerinde İstanbul'u görüyorum. Burada şehrin ortasından Maas Nehri geçiyor, ve şehri Kuzey-Güney ekseninde ikiye ayırıyor. İki bölge arasında, İstanbul köprülerine kıyasla çok küçük fakat asma köprü tipinde köprüler var. Benim için de o köprüler adeta Boğaz köprüsü ve bölgeler Anadolu-Avrupa kıtaları.
@yeniraki, yeni Berlinli eski İstanbullu bir kadının gözünden muhabbetini ettiğimiz İstanbul özlemini filme aktardı. İzleyince neler hissettiniz?
Özge & Ufuk: Çok duygusal. Bizi anlatan bir film.
Kesinlikle katılıyorum, gözlerim yaşlı defalarca izledim. Çok gerçek, çok samimi. Film, yeni Berlinli eski İstanbullu gözünden anlatılıyor ama hisler yeni Rotterdam'lı, yeni Londra'lı ya da dünyanın herhangi bir yerindeki eski İstanbullu herkes için geçerli.
Bugün İstanbul'u epey konuştuk; “kadehimize doldu, hatırladık; kalbimize doldu, yudumladık". Böylece, @yeniraki ile mesafeler yok oldu, Özlenen Muhabbetler'de muhabbet doyulmaz bir pınar oldu aktı.
Özge ve Ufuk'a katılımı için çok teşekkürler.
Gelecek ay görüşmek üzere.